Kıyamet Sonrası Sineması kapsamında, erkeklerin etken oldukları öyküler anlatan filmlerin yanı sıra kadınların edilgen durumdan etken duruma geçtikleri öyküler anlatan filmler de çekilmiştir. Kadın; peşinden koşulan, erkeksi arzu ve isteklerin katalizörü, ‘ataerkil’ dünyanın ihtiyaçlarını karşılayan olma pozisyonundan çıkmış, yeniden ‘anaerkil’ toplumu oluşturup, erkeği egemenliğine almış ya da almaya çalışmaktadır bu filmlerde.
1986’da, İsrail kökenli Cannon Films tarafından finanse edilen Amerika 3000 (America 3000) işte bu filmlerden biridir. Baş rollerde Lauren Landon ve Chuck Wagner vardır. Yönetmen olarak David Engelbach’ın imzasını taşıyan Amerika 3000’de; nükleer savaşlar sonrasında ilkel çağlara dönen yeryüzünde, kadınlar ve erkekler iki düşman guruba ayrılmışlar, sürekli savaşmaktadırlar. Kadınların daha güçlü ve organize oldukları bu çağda, erkekler av ya da köle konumundadırlar. Erkeklerden biri, kadınların saldırısından kaçarken, toprak çöker ve bir çukura düşer. Bu çukur gizli bir sığınağa, modern alet ve edevatlarla donatılmış bir mağaraya çıkar. Adam orada eskiden Amerika başkanı olduğunu sandığımız bir iskeletin yanı sıra , bir stereo kaset çalar teyp ve parlak, radyasyondan koruyucu bir takım giysiler bulur. Giysilerden birine bürünüp, dışarıya çıkar. Yaşadığı yere dönünce kendini yeni Amerika başkanı ilan eder. Bir anda erkeklerin ilgisini çeker ve onları örgütleyerek kadınlarla son bir ölümcül savaşa sokar. Sonunda iki taraf ta savaşın anlamsızlığını farkederek, silahlarını bırakırlar. Artık yine yıllar öncesinde olduğu gibi bir arada mutlu (!) bir şekilde yaşayacaklardır. Film böyle aptalca bir sonla noktalanırken, günümüz dünyasında feminist çıkışlardan, feminist mücadeleden uzak durulursa ancak huzur ve mutluluk bulunur gibi embesilce bir söz söylemeye kalkması affedilir gibi değildir. Tam Amerikan tarzı...
Amerika 3000’den bir yıl sonra, 1987’de çekilen Kadınlar Savaşı’nda ise (Phoenix the Warrior), kıyamet sonrası dünya, ultra otomatik silahlarla donanmış amazon kadınlarının eline geçmiştir. Bu kadınlar topluluğunu, mistik güçlere sahip çok yaşlı bir kadın lider yönetmektedir. Masallardaki cadı görünümüne sahip bu kadın, -tıpkı Dünyayı Kurtaran Adam’daki büyücü gibi- düşmanlarının kanıyla beslenmekte, gün be gün gençleşmekte, güzelleşmektedir. Bu dünyada kıyamet, önce nükleer silahlarla gelmiş, sonra kromozom savaşlarıyla sürmüştür. Erkekler yeryüzünden silinmişler, tamamen ‘anaerkil’ düzen -ilkel koşullar altında- başlamıştır. Cadı ve vampir kraliçenin emrindeki savaşçı amazonlar, her yere dehşet saçmaktadırlar. Bir gün dağlardan Phoenix -Anka Kuşu- adında başka bir savaşçı kadın iner (Kathleen Kinmont). Bu kadın, bütün hünerlerini sergileyerek, kötü amazonlara karşı iyilerin yanında savaşmaya başlar. Bir çatışma sırasında kurtardığı esir kadınlarla kaçarlarken, çorak topraklarda inanılmaz bir şeyle karşılaşırlar; saklanmaya çalışan bir erkek... İnsan soyunun tekrar sürmesi için onu korumaya karar verirler. Filmde Kathleen Kinmont’un yanı sıra James Emery (filmdeki tek erkek), Peggy Sands, Shelia Howard, Roxanne Kernohan ve genç yaşta yaşama veda eden Hint asıllı oyuncu Persis Khambatta rol almaktadır. Kadınlar Savaşı, Robert Hayes tarafından yazılıp yönetilmiştir. Düşük bütçe ve amazon kadınlarının kötü oyunları filmi katlanılmaz yapıyor...
80’li yıllar, erkeklik organlarının kadınlar tarafından korumasıyla ilgili filmler yapılarak geçiyor sanki. 1987’de çekilen Kurbağa Bölgesinden Kaçış (Hell Comes to Frogtown), öyküsünü ‘erkeklik organı koruma’ üzerine kuran müthiş bir ‘B’ filmidir. Filmin baş rolünde, ünlü Amerikan güreşçisi, -John Carpenter’in Yaşıyorlar (They Live) filminde de oynamış olan- Rody Piper bulunuyor. Piper’in canlandırdığı Sam Hellman -kısaca Hell- kıyamet sonrası çağda, çileler çekerek yaşamak zorunda olan bir mahkumdur. Tutuklu bulunduğu hapishanede işkenceye maruz kalırken, Med-Tech adlı, devlet yönetiminde önemli bir paya sahip teknoloji şirketinin kadın ajanları tarafından koruma altına alınır. Med-Tech’in Hell’den istediği; radyoaktivite yüzünden işe yaramaz hale gelen -ki Hell onlardan biri değildir- erkeklerin yapamadığını yapması, üreme yeteneğine sahip ne kadar kadın varsa hepsini tek tek döllemesidir. Ancak bu anlaşmayı kabul ederse işkence altında bulunduğu bu iğrenç hapishaneden çıkabilecektir. Sam Hell çaresizlikten teklifi kabul eder. Med-Tech’in icadı olan bir cihazla Hell’in erkeklik organı koruma altına alınır. İki şirket görevlisiyle birlikte, -bunlardan biri sarışın güzel oyuncu Sandahl Bergman’dır- çöle dönüşmüş bu radyoaktif topraklarda sağlıklı kadınları aramaya koyulurlar. Bir gurup kadının ‘Kurbağa Kasabası’nda, mutasyona uğramış kurbağa adamlar tarafından, seks köleleri olarak alıkonulduklarını öğrenirler. Kasabaya girip, kurbağa adamlarla mücadele ederler ve kadınları kurtarırlar. Sonra Sam Hell artık milli bir servet olan erkeklik organıyla bütün kadınları döller. Bu zor ve kutsal (!) görevi başarıyla tamamlayan Hell, özgürlüğüne kavuşur. Bu arada Sam Hell, masum görünüşlü sarışın hükümet ajanı Sandahl Bergman’ı da yatırıp ihya etmekten kendini alıkoyamaz. William Smith -yıllar öncesinin TV dizisi Zengin ve Yoksul’un (Rich Man, Poor Man-1976) Falconetti’si- ve Rory Calhoun’un da rol aldıkları filmin yönetmenliğini Robert J. Kizer yapmıştır. Kizer’i Godzilla 1984 ya da Godzilla’nın Dönüşü (Return of Godzilla) adıyla bilinen filmden tanıyoruz. Amerikan versiyonu için eski oyunculardan Raymond Burr ile ek bölümler çekmişti bu Japon filmine.
Geçmişten tamamlayıcı bir örnek vermek gerekirse; 1960 yapımı Yeryüzündeki Son Kadın (The Last Woman on Earth) olur bu... Nükleer savaştan kurtulmuş bir grup insanın (ikisi erkek biri dişi) öyküsünü konu alır. İki erkeğin, geride kalan tek ‘dişi’yi (Betsy Jones-Moreland) elde etmek için birbirleriyle kıyasıya mücadele etmeleri anlatılır filmde. Kazanan kadını alacak -daha doğrusu düzecek- ve insanlığın devamını sağlama hakkına sahip olacaktır. İnsanlığın devamını sağlamak için ne kadar insanca bir şey...
İnsan = erkek...
İnsan = fallus...
Peki ya kadın?..
Puerto Rico’da çekilen bu niyeti açıkça belli tipik Amerikan filminde, yapımcı ve yönetmen Roger Corman, kendi sinema kariyerinin en ucuz, en bayağı örneklerinden birini vermiştir. Daha sonraları Corman, pahada ucuz ama yükte ağır filmler koyabilecektir ortaya ve Edgar Allan Poe’dan uyarladığı bir dizi gotik korku filmiyle zirveye çıkacaktır.
Orion Pictures firması 1985’te, Steve DeJarnatt’ın yönettiği Cherry 2000’i piyasaya sürer. Oyuncular; Melanie Griffith, David Andrews, Ben Johnson ve Pamela Gridley’dir. Ayrıca bu tarz ‘B’ filmlerinin gedikli oyuncularından Brion James’te filmde küçük bir rol almıştır. Film; 2017 yılında geçer. Nükleer felaketler sonrası, yaşamını, büyük ve güvenli sayılan -seksin bile partnerler arası yazılı kontratlarla, noterler huzurunda yapıldığı- kentlerden birinde sürdüren iş adamı David Andrews’in rahatı, apartman dairesini paylaştığı partneri Cherry’nin (Pamela Gridley) kısa devre yapıp arızalanmasıyla bozulur. Cherry, iyi bir eş olmaya planlanmış bir androiddir. Bu oldukça eski sayılan modele tutkuyla bağlı olan adam, onun onarımı için ne gerekirse yapmaya hazırdır. Ama onarım mümkün olmaz. Android satıcısı bir arkadaşının tavsilerini dinleyip yeni bir model almak da istemez. O Cherry’ye aşıktır. Arkadaşı bunun üzerine bir başka tavsiyede bulunur; Cherry 2000’in zeka çipini çıkarıp saklayacak, yeni bir beden -kasa- bulunca da takıp kullanacaktır. Ama model eski olduğu için bir süre önce üretimi durdurulmuştur. Satıcı bu modelin sadece kumlar altında kalmış Las Vegas’taki -diğer adıyla yasak bölge ‘Z’- eski ve kullanılmayan depolarda olabileceğini söyler. Andrews, Cherry’e yeni bir beden bulabilmek umuduyla ‘Z’ bölgesine, Las Vegas’a gitmeye karar verir. Ancak kent dışındaki yaşam sanıldığı kadar kolay ve rahat değildir. Kentteki kanunlar ve kurallar işlememektedir bu çorak bölgede. Yağmacı çetelerin, mutant yamyam kabilelerin cirit attığı, dehşet havası estirdiği bu bölgeye gidebilmesi için Andrews’un iyi bir izciye, bir rehbere ihtiyacı vardır. ‘Z’ bölgesinin yakınlarında kurulmuş -eski Western kasabalarını andıran- bir kasabaya gelir. Bazı kötü niyetli kişiler tarafından dolandırılmak istenir. Ama son anda kurtulur ve gerçek bir rehber aramaya devam eder. Sonunda gözü pek, yetenekli ve güzel bir kadın olan -kızıl saçlı- Melanie Griffith’i bulur. Andrews önce rehberi kadın olduğu için kabul etmek istemez ama kadın kırbaç kullanmadaki ustalığını göstererek adamı ikna eder. Sonunda anlaşıp, kadının eski model kırmızı otomobiliyle yasak bölgeye doğru yola çıkarlar. Binbir maceradan sonra Vegas’a ulaşıp, depoya inerler. Ama bu depoyu gözetim altında tutan –tıpkı Çılgın Max 2: Yol Savaşçısı’ndaki (Mad Max 2: The Road Warrior) gibi- bir çeteyle mücadeleye girerler. Cherry’nin yapay bedenini bulurlar ve çipi takarak onu yeniden yaşama döndürürler. Çetenin elinden kurtulmak için kaçarlarken, hurdalarla dolu bir depoda, pervaneli, bir uçak bulurlar. Arabanın da motorunu kullanarak uçağı tamir ederler. Çete elemanları bölgeye geldiklerinde çatışma başlar. Andrews Cherry’le birlikte uçağa biner. Ama rehber kadın savaşırken uçağa binmeyi beceremez.. Zaten uçak iki kişiliktir. Andrews ne yapacağını şaşırmıştır. Dönüp kadını mı alsın, yoksa Cherry’le yoluna mı devam etsin...
Basil Poledouris’in güzel müziği eşliğinde Cherry 2000; önce Bıçak Sırtı (Blade Runner) filmini andıran bir kent ortamında başlasa da, kısa bir süre sonra Çılgın Max 2: Yol Savaşçısı’nın spaghetti western tadındaki atmosferine bürünüyor. Meraklısı için zevkle izlenen bir film olmayı başarıyor yine de...
Frank Harris’in 1989’da yönettiği Şok Sonrası’nda (Aftershock) ise; kadın (Elizabeth Kaitan) uzaydan inen bir ‘yabancı’dır. 3. Dünya Savaşı sonrası, kıyameti yaşayan bir dünyaya ayak basar basmaz, eline geçirdiği bir sözlüğü kendi özel güçleri sayesinde ezberleyerek, ingilizce öğrenir. Kısa sürede kötü ve iyi dünyalılarla tanışır. Kadının önemli bir ‘sır’ taşıdığını anlayan her iki taraf ta onun peşine düşer. Filmdeki kötü adamları Richard Lynch, John Saxon, Mathias Hues ve Michael Barryman gibi bildik ‘B’ tipi oyuncular oynarlarken, baş rolleri hiç tanınmamış kişiler paylaşmaktadır. Bol patlamalı özel efektler ile -kötü kareografili- uzak doğu stili dövüş sanatlarından da yeteri kadar nasibini alan film, yer yer sıkıcı ve gereksiz diyaloglarla dolu bir ‘Çöp’ film örneğidir...
1990 yapımı ve bilerek kötü filmler çeken, bağımsız Amerikan şirketlerinden biri olan Troma Pictures’ın kaset ve DVD piyasasına pazarladığı, Dinozor Cehenneminde Bir Barbar Kadın’da (A Nymphoid Barbarian in Dinosaur Hell) ise -tıpkı Bir Milyon Yıl Önce (One Million Years BC) filmindeki Raquel Welch gibi- çıplak bedeninin bazı yerlerini hayvan postlarıyla örtmeye çalışan Linda Corwin bulunmaktadır. Corwin, nükleer savaştan sonra yeryüzündeki çorak arazilerde çeşitli canavarlara ve yaratıklara karşı yaşam savaşı veren güzel bir kadındır. Yaratıklar, mutantlar, barbarlar, sonsuz zindanların efendileri, hâtta ve hâtta dinozorlar bile onunla çiftleşmek arzusuyla yanıp tutuşmaktadırlar (merhaba Roger Corman ve merhaba Yeryüzündeki Son Kadın)... Linda Corwin filmin başından sonuna dek kaçar, kaçar, kaçar... Peki izleyici ne yapsın? Daha fazla çıplak et görmek arzusu ve umudunda olanlar oturup izlerler. Kıyamet sonrasının bunaltıcı ortamında, yeryüzünde kalan son ‘ıslak et parçası’ herkesin -izleyici dahil- iştahını kabartmıştır. Kadın için, -daha çok onun ıslak cinsel organı için- saçma sapan bir savaş başlar. Film boyunca kaçmak zorunda kalan Linda Corwin’in başına gelmedik kalmaz... Ona bu işkenceleri hazırlayanlardan biri olan yönetmen Brett Piper, aynı zamanda filmdeki özel efektlerin de yaratıcısıdır. Özel efektler de film kadar rezalet ve zavallıdır...
15 Ağustos 2007 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
7 yorum:
eline sağlık metin demirhan...
Ufuk açıcı, zekice kotarılmış bir yazı.
Selamlar
Amerika 3000 benim video kaset döneminde birden fazla izlediğim eğlenceli bir film olarak aklımda kalmış. Nedense o zamanlar Menahem golan ve Yoram Globus adlı iki İsrailli yapımcının Stüdyosu "Cannon"un video kasetlerinin daha kaliteli olduğu gibi bir varsayımla video zamanında bu firmadan çıkan bütün filmleri izledim. (Chuck Norrislileri bile :) )
Yazı çok lezzetli olmuş Metin Abi :) Blogunuzun bannerini biraz kısaltarak kendi bloguma ekledim. şöyle 200x200 bir banner hazırlayabilirseniz çok sevinirim.
teşekkürler...
Your blog keeps getting better and better! Your older articles are not as good as newer ones you have a lot more creativity and originality now keep it up!
Ιf some one wishеѕ expert view on the
topic of blogging afterwaгd i pгopose him/hеr to ρay
a visit thiѕ web sіte, Keep up the gоod job.
Here is mу ωeb blog: home depot garden center
my website: garden center magazine
I trulу lоve yοur blog.. Great
сolors & theme. Did you maκе thiѕ sіte youгself?
Pleаsе replу back as I'm attempting to create my very own site and would love to learn where you got this from or what the theme is called. Appreciate it!
my website: garden centers denver
Yorum Gönder